Halk dilinde “Kul hü” olarak da anılan İhlâs’ı yediden yetmişe herkes bilir.
İhlâs’ın içinde barındırdığı esrarı Peygamberimiz Efendimiz’den (S.A.V) öğreniyoruz.
Ebû Hureyre anlatıyor: Bir gün Allah Resulü (a.s.m.) “Toplanınız, size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım” buyurdu.
Bunun üzerine toplanan toplandı. Sonra Resulullah (a.s.m.) hane-i saadetlerinden çıktı, geldi, Kul huvallâhu Ehad’i okudu ve tekrar hane-i saadetlerine girdi.
Biz kendi aramızda şöyle konuştuk: “Resulullah (a.s.m.) ‘Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım’ buyurmuştu. Ben kuvvetle tahmin ediyorum ki, bu, kendisine gökten gelen bir haberdir.”
Daha sonra Resulullah (a.s.m.) çıktı, geldi ve şöyle buyurdu: “Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağımı söylemiştim. Dikkat ediniz, o sure Kur’ân’ın üçte birine denktir.”
İhlâs Suresi hem dünyanın hem de âhiretin mutluluk vesilesidir. Bu iki sırrı Peygamberimiz şöyle dile getirir:
“Günde iki yüz defa İhlâs Suresi’ni okuyan kimsenin, borcu hariç elli senelik günahı bağışlanır.
“Uyumak için yatağa giren kimse sağ tarafı üzerine yatar, sonra yüz defa İhlâs Suresi’ni okursa; kıyamet gününde Cenab-ı Hak o kula şöyle der:
“Ey kulum! Cennete sağ taraftan gir.”
İhlâs Suresi sevginin bir alameti, cennetin bir anahtarı mesabesindedir.
Kuba Mescidi’nde imamlık yapan bir sahebi vardı. Namaza durunca önce İhlâs Suresi’ni okur, ardında istediği bir sureye geçerdi. Her rekâtta böyle yapardı. Cemaatten arkadaşları kendisine:
“Sen bu sureyi okuyorsun, sonra da onu yeterli bulmayarak başka bir sure okuyorsun. Ya sadece bu sureyi oku veya onu bırak, başka bir sure oku” deyince:
“Ben bu sureyi bırakacak değilim. Bu sure ile size namaz kıldırmamı istiyorsanız kıldırırım, istemiyorsanız sizi bırakırım” cevabını verdi.
Sonra durumu Resulullah’a (a.s.m.) bildirdiler. Resulullah (a.s.m.), kendisine “Cemaatinin sözünü ettiği şeyden seni alıkoyan ve her rekâtta bu sureyi okumaya seni sevk eden sebep nedir” diye sordu.
“Yâ Resulallah, ben bu sureyi seviyorum” dedi.
Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.), “Bu surenin sevgisi seni cennete girdirecektir” buyurdu.
Bediüzzaman hadislerde geçen sevapların bir mübalağa/abartı olmadığını bir misalle şöyle açıklar:
Meselâ, içinde mısır ekilmiş bir tarla farz edelim ki, bin tane ekilmiş. Bazı habbeleri yedi sümbül vermiş farz etsek, her bir sümbülde yüzer dane olmuşsa, o vakit tek bir habbe, bütün tarlanın üçte ikisine karşılık olur.
Meselâ birisi on sümbül vermiş, her birinde iki yüz dane vermiş. O vakit bir tek habbe, asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve böylece kıyas et.
Şimdi, Kur’ân-ı Hakîm’i, nurlu, kutsi semavi bir tarla olarak düşününüz. İşte, her bir harfi, asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir. Onların sümbülleri nazara alınmayacak.
Meselâ, Kur’ân-ı Hakîm’in üç yüz bin altı yüz yirmi harfi olduğundan İhlâs Suresi besmeleyle beraber altmış dokuzdur. Üç defa altmış dokuz, iki yüz yedi harftir.
Demek, İhlâs Suresi’nin her bir harfinin sevabı bin beş yüze yakındır. İşte, buna kıyas edilerek başkalarını da tatbik etsen, ne kadar lâtif, güzel, doğru ve mübalağasız bir hakikat olduğunu anlarsın. (Sözler, “Yirmi Dördüncü Söz, Dokuzuncu Asıl”)
habervaktim.com